24 Nisan 2012 Salı

Müslüman sanat adamıdır

 Osmanlı’da dört yaş, dört ay ve dört günlük olan bir çocuğun eline kalem verilir ve elif yazdırılırmış. Peki neden?  



Müslümanlar olarak bizler, yitiklerimizi ya da zorla elimizden alınmışları, el yordamıyla olsa da yeniden keşfetme sürecindeyiz denebilir. Yakın tarihimize bakıldığında, sinsi bir planın talihsiz kurbanları olacaktık az daha. Bu plan bizi kendimizden, ruhumuzdan uzaklaştırıp kimliksiz bırakma planıydı ve bu plan Endülüs’ten Ortadoğu coğrafyasına, Kuzey Afrika’dan Balkanlara kadar çok geniş bir coğrafyada ve ustalıkla uygulandı. Israrla ve ustalıkla bizi ruhumuzdan uzaklaştırmaya çalıştılar. Bir dönem bunda başarılı da oldular ama biz Müslümanlar buna bir fetret dönemi olarak bakıp artık yekinmeli ve gözümüzü yine ufuklara dikmeliyiz.
 
Yapacağımız şey aşikâr: Kendimizi yeniden keşfetmeliyiz! Unutmamalıyız ki bizler tarih yazmış, medeniyet inşa etmiş bir ümmetiz. İşte bu kendini yeniden tanıma çabasının hangi izi sürerek gerçekleşeceğine dair ipuçları konuşuldu Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nde. Konuşmacı, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları ana bilim dalı öğretim görevlisi Yard. Doç. Dr. Hicabi Gülgen idi. Hicabi Gülgen Hoca, estetikte zirve yapmış bir medeniyetin nasıl inşa edildiğini resmetti dinleyenlere. İşte notlarımız…
 
Medeniyet- sanat ilişkisi nedir?
 
Medeniyeti, bir toplumun sahip olduğu din anlayışı, dil, düşünce biçimi, hayata bakış, estetik anlayış vb. toplamı olarak tanımlarsak, bunların özü, ifadesi, özeti de güzel sanatlardır. Bir medeniyetin kalitesini, büyüklüğünü öğrenmek için sanat eserlerine bakmalı. İmza nasıl kişinin karakterini ele verirse, sanat eserleri de toplumların, medeniyetlerin karakterini ele verir.
 
Mescid-i Nebevi bir prototiptir
 
Asr-ı Saadet, aynı zamanda Müslüman sanatının da temelini oluşturur. Mescid-i Nebevi, bir prototip olarak Müslümanların hayat ve sanat anlayışını yansıtır. Görünüşte Mescid-i Nebevi, kare biçiminde, kerpiç duvarlı, üstü açık bir binadır ama o, işlevselliği ve oluşturduğu anlayış bakımından bir toplumu inşa etmişti. Şöyle ki: Cemaat, zikretmek için, ilim öğrenmek için oraya gelirdi ve orada bu anlamda tartışmalar yaşanırdı. Aynı zamanda gelen yabancı devlet adamları da orada ağırlanır, onlarla orada görüşülürdü, dolayısıyla orası bir anlamda çalışma ofisi gibiydi.
 
Mescide eklenmiş odalarda Hz. Peygamber ikamet ederdi. Devletin önemli evrakları yine Mescid’e eklenmiş bir odada saklanırdı. İşte tüm bu işlevler, ileriki yıllarda İslam sanatının şahikaları olan külliyeleri oluşturmuştur: Ashab-ı Suffa’ya ayrılmış odacıklar medreseleri, devletin yazılı evrakının bulunduğu oda kütüphaneleri, Mescid’in üstü açık alanı ise kubbeleri oluşturmuştur. İşte o yalın ibadethane, bu fonksiyonları ve bu yapısıyla çağları aşarak Selimiye külliyesi olmuştur, Süleymaniye külliyesi olmuştur, Sultanahmet külliyesi olmuştur.
 
Cami ve cemaat ya da birey ve meydan
 
Batı bireycidir, bencildir. O yüzden Batı’da bireyin sesini duyurmak istemesi esastır. Her şey, bu ses duyurma üzerine kurgulanmıştır Batı’da. Bireyin sesini duyurması için meydanlar bırakılmış, şehir de bu meydanların etrafında oluşturulmuştur. O yüzden Batı kentleri, meydanı merkeze alan kentlerdir.
 
İslam ise cemaat olmayı önceler. Cemaatin yekvücut olması için cami inşa eder. Bu yüzden Müslüman kentleri cami merkezlidir. Bu, aynı zamanda iki faklı dünyanın, iki farklı inancın hayata bakışlarını da ifade eder. Batı’da birey tektir ve yalnızlıktan kurtulmak için haykırma ihtiyacı duyar, Müslüman toplumlarda ise cemaatle hemhal olur, haykırmaya, isyan etmeye gerek kalmaz.
 
Müslüman sanat adamıdır
 
Yakın zamana kadar bizlere sanattan anlamaz muamelesi yapılırdı. İşin ilginci, içimizden çoğu da bunun böyle olduğunu sanırdık nerdeyse. Oysa ilim ve sanat, medeniyetin sacayaklarından biridir ve biz de ilim ve sanatta daha düne kadar zirve noktadaydık.
 
Müslüman, sanat adamıdır. Osmanlının ilim merkezleri olan Enderun’da, sanat dersi temel derslerden biriydi. Enderun’da sanatı zorunlu kılan o eğitim olmasaydı, şair sultanlar, müzisyen sultanlar, hattat sultanlar, II. Abdülhamit gibi marangoz sultanlar yetişir miydi hiç?!
 
Mesela Osmanlı’da dört yaş, dört ay ve dört günlük olan bir çocuğun eline kalem verilir ve elif yazdırılırdı. Bu elif yazdırma, çocuğu kalemle tanıştırmadan, yani ilim ve sanatla tanıştırmadan başka nedir ki! Ya neden elif? O da çocuğa edebi, terbiyeyi ve Allah’ın has isminin ilk harfini öğretme değil mi?!
 
Resim ve heykel ibadet niyetiyle yapılsaydı…
 
Müslüman, dünyayı, yani görüneni aramaz. O, öte dünyaların peşindedir, aşkın olanı arar; sonu olan bir şeyle işi yoktur. O yüzden Müslümanların sanatı soyuttur. Oysa resim ve heykel, dünyada bulunan nesnelerin birebir karşılığını yapmaktır. Resim ve heykel, zaten somut olanı bir kez daha somutlaştırmaktan başka bir şey değildir sonuçta.
 
Dünyayı, yani kalıcı olanı aşmış, başka bir dünyanın peşinde olan Müslüman için bu, gereksiz bir şeydir, abesle iştigaldir. Yoksa, ibadet etme niyetiyle yapılmadığı sürece resim ve heykel yapmanın kime ne zararı olabilir ki?!
 
Yine bunun gibi, Batı’da bahçecilik ve çiçekçilik çok gelişirken bizde çiçekçilik o kadar gelişmemiştir. Bunun sebebi yine iki medeniyetin hayata bakışlarıyla, öncelikleriyle ilgilidir: Batı için estetik öncelikliyken Müslüman için yapılan işin lüzumsuz olmaması, bir işe yaraması önceliklidir. Bir şeye yaramayan iş, israftır.
 
O yüzden Batı çiçeği yani estetiği öncelerken Müslüman ise yararlı olanı estetize etmeye çabalar. Müslüman, meyve veren ağaç diker bu yüzden. O ağaçtan sadece kendisi değil kuşlar, çeşitli böcekler de yararlanacaktır çünkü.
 
 
 
Ahmet Serin aktardı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder